Mehmet
Ünal
Yusuf
Darıyerli –
Yular
BAŞLANGIÇ
Yusuf,
bana yeni fotograf kitabı YULAR’ı gönderdiğinde iki kitap okumaktaydım. Birisi
Ahmet Oktay’ın “Gizli Çekmece“si, diğeri Philippe Sollers’in “Roland Barthes’ın
Dostluğu“.
Yular’a
bir kez baktıktan sonra, bunun hakkında yazma fikrim oluştu. Bu fikrimi Yusuf
ile paylaştım. Hemen yanıt aldım:
“Dergideki
köşende YULAR’ı konu edinmenden kıvanç duyarım... Kıyasıya eleştirmenden
heyecan duyarım, sonraki işlerim için ders çıkarmaya çalışırım...“
Okuduğum
kitapta, Ahmet Oktay ünlü bir şairimizin kitabını eleştirdiğinde, şairin artık
kendisiyle konuşmadığını yazar. Ve, “açık
sözlülük, eleştirellik kolay kabullenilmiyor Türkiye’de.“ *
diye sürdürür. Öte yandan Philippe Sollers’in bir kitabını değerlendiren Roland
Barthes: “Eleştiri sevgi dolu olmalıdır!“*
demiş.
Ben
eleştirmen olmadığım için Yusuf’un kitabını aynı yılda yürüyen bir
’fotoğrafdaşı’; bir dost olarak hislerimi yazmak istiyorum. Çünkü ülkemizde
kitap yayınlamak çok çaba gerektiriyor. A. Oktay da elli yıl önce ilk kitabını,
eşinin sattığı bir resimin getirisi ile bastıklarından bahsediyor... Barthes
ise, Sollers’e yazdığı bir mektupta, “...eğer
kendim kitaplarımı yayımlamazsam, yayımlanmamam tehlikesi ile karşı karşıya kalırım.“*
diye yazmış.
Ülkemizde
durum gün geçtikçe kötüleşmektedir. “Fotograf Kitabı yayımlıyoruz“ diye web
sayfalarına yazan yayınevlerinin hiçbirine inanamıyorum. Mutlaka, kitabını
yayınlatmak isteyenlerden bedelini ödemesini istiyorlar ve karına ortak olmak
istiyorlardır. Ve bu bedeli ödeyen yazar ve fotografçılar vardır...
YULAR
Fotograflardan
önce kitabın gerek grafik, gerekse baskı olarak çok özenli bir düzeyde
seyircisine sunulduğunu söylemeliyim. Bu güzel kitabı ellerimde tutmak, eldiven
giyerek teker teker sayfalarına bakmaktan haz duydum.
Kitabının
önsözünde Yusuf, “Hayvancılığın görünen
sahnesi ’Hayvan Pazarları,’ dikkatlice bakıldığında bize anlatılmayanları
gösterebilir, yeni bakış açıları kazandırabilir ve doğru sentezlere ulaşmamızı
sağlayabilir düşüncesiyle yola çıktım.“ yazmış.
Kitabın
sayfalarını çevirdikçe bu hissi edinebiliyorum. Sonra iyi fotografta olması
gereken diye düşündüğüm ’daha fazlasını’ görmek için, bu fotograflara da daha
fazla bakmak gerektiğini, farklı zamanlarda tekrar tekrar bakılması gerektiğini
düşünüyorum. Başkasını bilmem, ben baktığım kitaplara belli aralıklarla hep
baktığım için, her baktığımda yeni birşeyler öğrendiğimi düşünürüm. Aynı, bir
şiiri okuduğum her keresinde farklı duyumsadığım gibi...
Fotografın
gerçekçi yönüne inandığım için, bu kitapta belgelenen hayvan alış-verişi
meselesinin iyi, estetik değeri olan bir belgesel çalışma olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bir fotografın etkisinin, yaşanılan zaman içirisinde, kültürel bağlamı
içerisinde çekilmesiyle mükemmel (perfekt) olduğunu düşünürüm. Öte yandan,
fantazilerimize düşünce alanı bırakan fotografları pek severim. Fotografın
başarısının, çekenin duygularının bir toplamı olduğunu düşünürüm. Görsel
hafızamızda yer edinen fotografların ’başarılı’ olduklarını düşünürüm.
Kısacası:
Yusuf Darıyerli’nin bu kitabında, kendime koymuş olduğum tüm kıstasları
görebiliyorum. Bu kitaptaki fotograflar seri olarak da, tek tek de kendi
başlarına güçlüler ve duygusallar.
Şimdi
bazı fotograflar hakkında düşüncelerimi yazmak istiyorum.
Genel
olarak fotograflarda bulunan insanlar ve hayvanlar hüzünlü ve pek ciddiler.
Demek ki bu iş çok ciddi bir iş diye düşünmekten alamıyorum kendimi.
Hayvanlardaki hüzün ise, kesilip, parçalara ayırılarak satılacaklarını
hissettikleri için midir? İnsanların durumunu sorabiliriz, ancak hayvanların?
32’inci sayfadaki
fotografda, insanlar koyunun başı üzerinde tokalaşıyorlar. Muhtemelen pazarlık
sahfasındalar. Eller bırakıldığında anlaşılmış olacak, sanırım. Ancak üçüncü
el, sağdaki eli bileğinden tutmuş. Ayırmak mı ya da pazarlığın olumlu
sonuçlanması için, tokalaşanların ayrılmamasına mı uğraşıyor... Sağ taraftaki
çizgili ceket giyen bay, koyunların sahibi. Bu belli oluyor. Gelelim koyuna:
Başına neler geleceğini hisseden, hüzünlü bir bakış... “keşke dili olsa da
anlatabilse“ diye düşünüyorum.
35’inci sayfada bu
hüzün ve kader birliği, fotografta bulunan her dört büyükbaş hayvanda barizce
görülüyor. Sanki daha deneyliler, gibi... Kaderlerine boyun eğmişler...
85’inci sayfada ise
bambaşka bir durum ile karşılaşıyoruz. Burada gerek insan ve gerekse hayvanın
aynı kaderi paylaştıklarının bilincinde olduklarını anlıyorum. Sanki
birbirlerinden ayrılmak istemiyorlar. Adam, “keşke seni göndermesem, satmasam“
der gibi adam... ya da piyasa çok kötü, iyi bir fiyata satamacağı için
üzüntülü... her ne ise, yaşamdan bir an. Önemli bir an!
91’inci sayfada,
kitapta tek bulunan bayana rastlıyoruz. Demek ki bu iş “erkek işi!“ Erkek keçisini zaptetmeye çalışırken, bayan yavrusunu kaçırıyor mu? Bilemedim. Ancak durumun
ciddiyetini yüzünden anlayabiliyorum. Güçlü bir simetri hakim fotografa. Kadın
fotografın üçte ikisini kapsıyor ve hüzünlü. Oğlak da...
Bir
fotograf projesine başlarken, her fotografçının bir ’yolu’ vardır, mutlaka... “ilk
adım“ çok önemlidir. Kendi bilinci önemlidir. Çoğunlukla fotografçılar
kendilerine ilişkin olanla ilgilenir. Salt kendi zamanını saptamak, kayda
geçirmeyi amaçlar. Sonrası ise araştırma, araştırma, araştırma ve çekimlere başlamak...
kendine inanan, yaptığı işin bilincinde olan fotografçının anladığı ilk olgu:
Hiçbir fotograf projesinin tam olarak bitmediğidir. Yusuf da bir yazısında
bundan sözetmişti.
Bu
konuya dahil olabilecek, hayvan satanların yanında, et üretenler+tüketenler
olduğu gibi, bu meseleden rant sağlayanlar da vardır, mutlaka. İçinde
yaşadığımız toplumda bunlar kimler? Bunları da ortaya çıkarmak, fotograflamak
gerekmez mi?
Öte
yandan bunun gibi uzun soluklu kişisel projeler (2004-2017) yayınsız,
siparişsiz ancak bu kadar yapılabiliyor. Belgesel fotografçı olarak ülkemizde
fotograflanacak bir çok konu olduğunun ayırdındayım. Ülkemizdeki öyküleri ne
yazık ki, kişisel girişimlerle, hakettiği gibi belgeleyemiyoruz. Destekleyen ne
resmi/özel bir kurum ne de firma +kişi+yayın yok!
Öte
yandan, bir TV programında, ülkenin sonradan olma zenginlerinden biri: “12 adet Rolls Royce ve 10 adet Bentley“
otomobilim var, “İngiltere’de bile yok!“
diye açıklamalarda bulunuyor...
Gene
de umudumu yitirmek istemiyorum. Çünkü, Yusuf Darıyerli gibi, hala (tüm bu
duruma rağmen) üretenler var!
Bu
kitapta aradığım tek bir şey daha var: Her fotografın öyküsünü de okumak
isterdim! Çekilen fotografların öykülerini
de anlatan bir iki satır okumayı severim.
Yusuf Darıyerli hakkında
1958 Düzce doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi
Bilgisayar Programcılığı bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi
mezunu. Çeşitli kuruluşlarda Bilgisayar Programcısı ve Sistem Analisti olarak
çalıştı. 1990’larda amatör olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladı ve 2000
yılında artık tüm zamanını fotoğrafa ayırmaya karar verdi. Yurt içinde ve
Paris, Londra, Selanik, İsveç’te sergilerde yer aldı. “İstanbul-İstanbul”,
“Koyu Siyah”, “Panayır”, “Az Kısalt-İstasyon Berberi Cavit”, “Taşra
Fısıltıları” başlıklı kişisel sergiler gerçekleştirdi ve pek çok karma sergide
yer aldı. 2008’de PANAYIR adlı kitabıyla birlikte, “Fotoğraf Geçidi: İstanbul
2010” sergiler 1 albümünde çalışmaları yayınlandı. Yusuf Darıyerli serbest
fotoğrafçı olarak çalışmakta, belgesel nitelikli fotoğraf projeleri yürütmeye
devam etmektedir.
YULAR Fotoğraf albümü
Önsöz
ve fotoğraflar: Yusuf Darıyerli
80 duotone fotoğraf
Dil: Türkçe-İngilizce
132 Sayfa, 22x20 cm
Sert kapak, baskılı bez cilt
Kapak ve kitap tasarımı: Martin Hinze
Baskı: A4 Ofset
Yayınevi: İlke Basın Yayım
ISBN: 978-975-8069-35-4
Mart 2017
Şu
adresten edinilebilir: