Mehmet Ünal
Hepimiz
Sanatçıyız!
İçinde bulunduğumuz zaman içerisinde
hepimiz, istisnasız
hepimiz
sanatçıyız! Bu durumu fotograf endüstrisine borçluyuz! Artık, hepimiz fotograf
çekebiliyoruz!
1839’dan beri fotografın “sanat“
olup-olmadığı tartışıldı. Ve karara varıldı: Fotograf sanattır! Ancak, o
zamanlarda, fotografın bir sanat türü olduğu kabul ediliyor, ama her fotografın
da birer sanat eseri olmadığı kabulleniliyordu.
Fotografın hepimizden sanatçılar
yarattığını tartışırken, sonuca varabilecek gerekçeleri “ince eleyip-sık
dokumak“ gerekiyor. Bunu yapabilmek için de fotograf teorisi gerekiyor. Ne
yazık ki ülkemizde bu konuya önem verilmiyor. Yeni tekniğin getirdiği bu
kolaylıkları da gözönüne alarak, bu uğraşın üzerine bir kez daha düşünmek gerektiğini
savunuyorum. Sonuçta, hepimiz sanatçı olduğumuza göre, anlamak ve anlaşılmak
isteriz. Değil mi?
Günümüzden...
Her gün onbinlerce insan, yeryüzünün
heryerinde, ellerinde akıllı telefonları, boyunlarında gelişkin fotograf
aparatları ile fotograf çekmektedirler. İnternetteki farklı sosyal-medyalarda
paylaşmaktalar. Fotograf yaşamımızın bir parçası olmasına karşın,
web-sayfalarına yerleştirilen fotograflara ilgi, beklenildiği gibi değil...
Peki son zamanlarda epeyce
popülerleşen, herkesin kolları sıvayıp giriştiği sokak fotografı ne durumdadır?
“Sokak Fotografı“ tanımlaması, fotograf
dünyasında, toplumda artık farklı mı anlaşılıyor? Sanki artık hiçbir “kıymet-i
harbiyesi“ kalmamış gibi bir tavır ile karşı karşıya olduğunu mu düşünmeliyiz? Mary Ellen
Mark Josef Koudelka, Elliott Erwitt, Joel Meyerowitz, HCB ve daha nice ünlü,
işleri ile kendisini ıspatlamış fotografçılar var. Hak etmeden kendisini “Fotograf
Sanatçısı, Photographer“, vb. sıfatlarla niteleyen insanlar hergün çektikleri
yüzbinlerce sıradan fotograflarla, kendilerini bu insanlarla aynı düzeyde
sayabiliyorlar...
Bu tavır, son yıllarda tesadüf eseri
negatiflerinin bit pazarında bulunduğu, yaşadığı yıllarda sokak fotografı
çeken, yaşadığı zamanlarda yayınlanması için hiçbir çaba sarfetmemiş, yayınlanması için girişimde bile
bulunmamış, Vivian Meyer’e karşı ayıp olmuyor mu?
Fotograf uğraşında nedense “ayıp“ kavramının hiç bir anlamı kalmadı. İçi
boşaltıldı. Öte yandan, bu insanlar, mademki serbest zamanlarını değerlendirmek
istiyorlar; yaşamlarına bir anlam katmak istiyorlar. Buna hakları var!
Diyebiliriz. Ancak, neden desen çizmek, resim yapmak, öykü, roman yazmak gibi
uğraşları seçmiyorlar? Halbuki şimdiki zamanda artık binbir türlü renkli
boyalar var. Fırçaların en kıralları satılıyor... Eskiden ressamlar üç ana
renkten (Magenta-Yellow-Blue) diğer tüm ara renkleri bulmak zorundaydılar.
Şimdi böyle bir sorun yok.
Yanıtlar şöyle olabilir:
-
Desen çizmeye başlanılıp, becerilemeyince hemen bırakıveriyorlar.
-
Öykü yazmak zor. Hemen terkediyorlar. Kalemler kullanılmaz oldu...
-
Ama fotograf çekmeyi, sokakta fotograf çekmeyi sürdürüyorlar. Beceremeseler
bile...
Hangi Kredi
Kartına...
Fotograf Makinesi satan firmalar, ve
onların yardımcıları, dergiler, “özel okullar“ sokak etkinlikleri düzenleyerek,
o gün kullanılmak üzere onlarca makina ve ekipmanı ücretsiz sunarak, bu
insanları özendiriyorlar. Kullanılan makinelerdeki sonuçlar görüldükden, ve
fotograf konusunda türlü-çeşitli ahkamlar (genellikle teknik sorunlar)
kesiliyor. Sonra “hangi karta kaç taksit“
konuşmaları başlıyor...
Pratikte, yeteneği ve özellikle hiçbir
vizyonu olmayan bir dizi insan, fotograf çekiyor, sosyal medyada paylaşıyorlar.
Bu tavır “Sokak Fotoğrafçılığı“nı bir adım bile ileri götürmüyor. Aksine, bu
işe gerçekten gönül veren insanlara, anlatacak bir öyküsü olan insanlara,
çalışmalarında engel oluyorlar. Sokaklarda fotografı çekilmekten bıkan
insanlar, hiç bir ayrım yapmadan, “Yeter! Çekme!“ diyebiliyorlar.
Bu nedenle nicel olarak çokça gözükse
de, gerçekten “sokak fotografı“ üreten, ve “sokak fotografçısı“ tanımlamasını
hakeden çok az insan var.
Fotografın başka uğraş dallarında,
mesela moda fotografçılığında bu denli bir yoğunluk izleyemiyoruz. Nedenleri
açık: İyi bir stüdyo, iyi ve pahalı bir ekipman, ve iyi yetişmiş personel
gerekiyor...
Peki, neden bu denli kötü fotograflar
internette dolaşıyorlar? Program yazanlar, bunu önleyecek, kötü fotografları
ayıklayacak, bir yazılım geliştiremezler mi?
Biraz daha düşünmeye devam edelim. Bir
kez bu insanlara “Amatör Sokak Fotografçısı“ ünvanını teslim edelim. Ve bunlar sokaklarda
nasıl çalışıyorlar? Bu konu üzerindeki gözlemlerimizi ardarda yazalım.
Bu
insanlar kitlesel biçimde sokaklara dökülüyorlar. (Genellikle, kitlesel biçimde
“fotografa çıkıyorlar“), çekim tamamlandıktan, kebablar yendikten,
çaylar-kahveler içildikten sonra evlere dönülüyor. Çekilen fotograflar,
facebook, 500px, ve başka yerlerde paylaşılıyor. “Beğendim“ler (like) gelsin-gitsin
artık. Bazen, beğenmeyenler ile tartışmalar yapılıyor. Beğenmeyen birinin
fotografları beğenilmiyor... vesaire, vesaire... bu medyalara yerleştirilen
fotografların, estetik değerleri tartışılmıyor. Ki zaten böyle bir değer
görülemiyor.
En
büyük nedeni, fotograf çekenlerin bir vizyonunun olmaması. Sadece gününü gün
etmek, amaçları...
Yanlış anlaşılmaları önlemek adına bir
kaç cümle yazmak gerekiyor. “Vizyon“dan bahsettim. Yukarıda isimlerini
yazdığım, ve yazmadığım sokak fotografçılarının bir vizyonu vardı. Belli bir
estetik kullanarak, belgesel denilebilecek fotograflar ürettiler. İçinde
bulundukları ekonomik, sosyal, politik değerlere göndermeler yaparak, daha
insancıl bir dünya için tavır aldılar.
Sokak
fotografının gelişmemesinin ya da istemediği, haketmediği bir yöne
çekilmesinden sorumlu kimdir?
Fotograf konusunda önemli yayınların
olmaması, bilinçli, bilgili eleştirmenlerin yetişmesine de engel oluyor.
Yapılan eleştirilerde ise, önünde duran fotograftan çok fotografçısına kişisel
göndermelerde bulunuluyor. Halbuki sağlıklı eleştiriler sayesinde bu konuda
çalışan insanlara kendi yollarını bulmakta, yardımcı olanubilir; zorluk
çekmezler. (***Bir anı)
Bir sohbette, “şimdiye dek çektiğim fotograflardan bir tanesi akıllarda kalırsa,
kendimi mutlu hissederim“ demiştim. Ancak etrafıma bakınca, çektiği 100 fotografın
50’sini seçenlere rastlıyorum. Zaten, fotograf çekenin, kendi fotograflarını
seçmesi maraz bir durumdur. Fotografını sevmeyen fotografçıya rastlanmaz. Haklıdır
da. Ve fotografçının kendi yaptığı seçimler genellikle yanlış olur. Belki,
seçmediklerinin arasında gerçekten “iyi bir fotograf“ vardır...
Bitirirken Alfred Steglitz’in 1899
yılında yaptığı bir değerledirmeye yer vermek istiyorum. Günümüze ne kadar
uyuyor. Demek ki özünde bu uğraş hep
aynı durumla karşı karşıya kalmış...
Alıntı
şöyle: “(...) Fotografa karşı gösterilen
genel ilgi, üretiminin az uğraş ve az bilgi gerektiriyor olması; bu da
milyonlarca fotografın üretilmesine neden oluyor. (...)“ (1)
Fotografın sanat olup-olmadığı,
fotografın keşfinden hemen sonra, hep şüphe ile karşılanmıştır. Özellikle,
ulaşabildiğimiz İngiliz ve Amerikan kaynaklı yazılardan, o yıllar bu şüphe
üzerine sıkça tartışılmıştır. Kaşiflerden biri olan Henry Fox Talbot kendi
buluşu hakkında:
“...
buluşum, yetenek ve deneyimin önüne geçen mekanik kabiliyeti ile sanatı
zedeleyebilir.“ (2)
(1) Alfred Steglitz, Bildmaesige
Fotografie, Scribner’s Monthly 1899, Sayfa 528-537
(2) (2) Henry Fox Talbot, “Calotype
(Photogenic) Drawing“. Literary Gazette 1256, 1841, Sayfa 108.
(***Bir anı)
Bir etkinlikte portfolyo değerlendirilmesi için
görevlendirilmiştim. “Fotograf Heveslisi“ orta yaşlarda bir bayan randevu
listesine ismini yazdırmış, günü ve saati geldiğinde dosyasını göstermek üzere
gelmişti. Kendisine fotograflarını göstermeden önce kim olduğunu, hangi
meslekte çalıştığını, fotografa ne zaman ve neden başladığını sormuştum.
Hepsine yanıt vermedi. Her yerde ve her zaman yaptığım gibi, kişi her ne iş
yaparsa yapsın öncelikle kendinin ne olduğunu bilmesinin, o uğraşı neden
yaptığını bilmesinin gerekliliğini anlattım. Daha sonra da fotograf anlayışım
hakkında bir dizi söz söyledim. Anlayışım üzerinde durdum ve her fotograf
çekenin de istesede istemesede bir duruşu olduğunu anllattım. Zaten her insanın
bir duruşu var. Hatta “tarafsızım“ diyenlerin bile bir “taraf“ olduğunu izah
ettim. Yaptığımız görüşmeden çok mutlu olduğunu, şimdiye dek kendisi ile
böylesi bir “sohbet yapılmadığını, bir çok şeyin bilince çıktığını“ söyledi.
Yaklaşık kırk dakika süren bu sohbetin ardından, bulunduğumuz odanın hemen
önünde fotograf kitapları satılan bir standta “Yaşamın Aynası:Fotograf“
kitabımın da satıldığını gördüm. Olumlu düşüncelerle yanımdan ayrıldığını
söyleyen bu kişiye, “sohbetimizde anlatamadıklarımı bu kitapta okuyabileceğini“
söyledim. Kitap satıcısına:
-
Bu
kitap kaç lira?
-
10
TL
Ve söylediklerimden etkilendiğini/öğrendiğini söyleyen bu
bayan kitabı almadan gitti.
Kitapçı:
- Halkımız okumuyor, Mehmet Abey!
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen