Mehmet Ünal
“Ziyaretçi Defterleri“
Eskiden bir çok otelde “Misafir Defterleri“ bulunurdu. Hatta benim de, bu defterlerle ilgili bir anım var. Bir zamanlar Endonozya’ya bir çekim için gitmiştim. Havalanından tercümanım ve şöförüm tarafından alınarak, doğrudan otele getirildi. Bir sonraki gün çekime çıkacaktık. Lombok ve Bali adalarında sokak fotografları çekecektik. Planlar yaptık. Ayrıldık. Uyuyamadığım için otelin lobisinde aylak aylak oturuyordum. O yıllarda internet yoktu. Sadece iricene bir misafir defteri. Yuvarlak bir masanın üzerine konmuş, otel lobisinin neredeyse en önemli bir mobilyası gibi sunulmuştu. Sayfalarına epeyce yazılmıştı...
Bu anı bana,
sadece iki sergimde konulan “Ziyaretçi Defteri“ni anımsattı. İlki 1997 yılında
“REGENHITZE“ (Yağmur Sıcağı) sergimin yapıldığı Münih Kentindeki “Goethe 53“
isimli galeriye konulmuştu. Bir ay sonra galeri yöneticileri sergi ile birlikte
bu defteri bana teslim etmişlerdi. Kimisinin yazısı ecik-bücük, okunmuyor.
Kimisi de okunması (okumam) için özel çaba sarfetmiş... kimisi uzun uzun
yazarken bazıları “Çok güzel bir sergi“ gibi, kısa yazmışlar.
Sergilerimde
ikinci kez bir defter koyma fikri, geçen yıl (2014) Foça’da yaptığım “Balığın
Öyküsü“ isimli sergimin düzenleyicilerinin aklına gelmiş. Bir önceki defter de
olduğu gibi, kısa ve övücü tümcelerin yanısıra, sergi ile daha fazla
ilgilenenler neler anladıklarını da yazmışlar.
Bu defter olayı neden önemli?
Ülkemizde
güzel sanatlarda olduğu gibi, fotograf konusunda yazan-çizen takım yetersiz.
İyi bir resim değerlendirilmesi yapılamadığı gibi, fotograf değerlendirilmesi
neredeyse hiç yok. Ki, ben de dahil herkes bir sergi ortaya koyuyorsa, koymayı
düşünüyorsa veya gerçekleştirmişse, bir tartışma açmak, karşılıklı dertleri
dile getirmek vs. ister.
“Harika abi“, “gözüne layık“ ve böylesi başka deyişlerle ne
kendisini ne de karşısındakini geliştirebilir. Bu meseleye nesnel kalmak koşulu
ile herkese yararlı olabilir. Bence mesele: Bir tartışma, bir sohbet
geliştirebilmektir. Özellikle sergiler bunun ortamını hazırlarlar. Üzerine
konuşmak, yazmak gerekir. Bir fikir belirtmek gerekir. Örneğin: Derneklere üye
olup, birşeyler öğrenip ve birbirleri ile hemen hemen aynı fotografları çeken
insanları övmek yerine “hepiniz aynı fotografları çekiyorsunuz, tekilleşmeye
çalışın“ diyebilmeliyiz. “Fotografın sosyal-toplumsal görevi hakkında
düşünceleriniz nelerdir?“ diye sorabilmeliyiz. Kısaca birbirlerini öven
bireyler yerine, karşılıklı gelişebilmenin yollarını araştırmalıyız.
“HDR yapmışsın“;
“hangi optikle çektin?“
“Falanca makina“, vs. gibi konuşmalar yerine, içerik
konuşmaya yatkın olunmalı, diye düşünüyorum. Yaşadığımız toplumda sadece
oyumuzu vererek demokrasiyi geliştiremeyiz. Kendimizi, uğraşımızı, dünyaya
bakışımızı da geliştirmeliyiz. Yaptığımız herşey ile en yakın çevremizden en
uzak çevremize dek, her şey için sorumluyuz.
Bu sorumluk omuzlarımızda bir ağırlık teşkil etmez, tam
tersine sorumluluk kişisel gelişmemize de önayak olur.
Sergi
defterinden başlamıştım. Onunla bitireyim. “Balığın Öyküsü“ sergi defterine
Balıkçı İbo şunları yazmış:
Balıkçı İbo’nun el yazması
Bu yazı
nedeniyle (söz uçar yazı kalır) bu emekçi, kendini, meseleğini, mesleki, insani
zorluklarını anlatırken, bana da insanlık hakkında, ülkem hakkında bir kez daha
düşünmeye yönlendirmiş; kendime çeki-düzen vermemi sağlamıştır. Fotografın bu
hassasiyetini ve gücünü bir kez daha anlamış, gittiğim yolun “taşlarına“
bakmayı terketmememi sağlamıştır.
08.06.2015
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen