Sonntag, 7. Januar 2018

Hepimiz Sanatçıyız!

Mehmet Ünal


Hepimiz Sanatçıyız!


        
İçinde bulunduğumuz zaman içerisinde hepimiz, istisnasız
hepimiz sanatçıyız! Bu durumu fotograf endüstrisine borçluyuz! Artık, hepimiz fotograf çekebiliyoruz!
1839’dan beri fotografın “sanat“ olup-olmadığı tartışıldı. Ve karara varıldı: Fotograf sanattır! Ancak, o zamanlarda, fotografın bir sanat türü olduğu kabul ediliyor, ama her fotografın da birer sanat eseri olmadığı kabulleniliyordu.
Fotografın hepimizden sanatçılar yarattığını tartışırken, sonuca varabilecek gerekçeleri “ince eleyip-sık dokumak“ gerekiyor. Bunu yapabilmek için de fotograf teorisi gerekiyor. Ne yazık ki ülkemizde bu konuya önem verilmiyor. Yeni tekniğin getirdiği bu kolaylıkları da gözönüne alarak, bu uğraşın üzerine bir kez daha düşünmek gerektiğini savunuyorum. Sonuçta, hepimiz sanatçı olduğumuza göre, anlamak ve anlaşılmak isteriz. Değil mi?



Günümüzden...
Her gün onbinlerce insan, yeryüzünün heryerinde, ellerinde akıllı telefonları, boyunlarında gelişkin fotograf aparatları ile fotograf çekmektedirler. İnternetteki farklı sosyal-medyalarda paylaşmaktalar. Fotograf yaşamımızın bir parçası olmasına karşın, web-sayfalarına yerleştirilen fotograflara ilgi, beklenildiği gibi değil...

         Peki son zamanlarda epeyce popülerleşen, herkesin kolları sıvayıp giriştiği sokak fotografı ne durumdadır?
         “Sokak Fotografı“ tanımlaması, fotograf dünyasında, toplumda artık farklı mı anlaşılıyor? Sanki artık hiçbir “kıymet-i harbiyesi“ kalmamış gibi bir tavır ile karşı karşıya olduğunu mu düşünmeliyiz? Mary Ellen Mark Josef Koudelka, Elliott Erwitt, Joel Meyerowitz, HCB ve daha nice ünlü, işleri ile kendisini ıspatlamış fotografçılar var. Hak etmeden kendisini “Fotograf Sanatçısı, Photographer“, vb. sıfatlarla niteleyen insanlar hergün çektikleri yüzbinlerce sıradan fotograflarla, kendilerini bu insanlarla aynı düzeyde sayabiliyorlar...
         Bu tavır, son yıllarda tesadüf eseri negatiflerinin bit pazarında bulunduğu, yaşadığı yıllarda sokak fotografı çeken, yaşadığı zamanlarda yayınlanması için hiçbir çaba sarfetmemiş, yayınlanması için girişimde bile bulunmamış, Vivian Meyer’e karşı ayıp olmuyor mu?
Fotograf uğraşında nedense  “ayıp“ kavramının hiç bir anlamı kalmadı. İçi boşaltıldı. Öte yandan, bu insanlar, mademki serbest zamanlarını değerlendirmek istiyorlar; yaşamlarına bir anlam katmak istiyorlar. Buna hakları var! Diyebiliriz. Ancak, neden desen çizmek, resim yapmak, öykü, roman yazmak gibi uğraşları seçmiyorlar? Halbuki şimdiki zamanda artık binbir türlü renkli boyalar var. Fırçaların en kıralları satılıyor... Eskiden ressamlar üç ana renkten (Magenta-Yellow-Blue) diğer tüm ara renkleri bulmak zorundaydılar. Şimdi böyle bir sorun yok.
Yanıtlar  şöyle olabilir:
- Desen çizmeye başlanılıp, becerilemeyince hemen bırakıveriyorlar.
- Öykü yazmak zor. Hemen terkediyorlar. Kalemler kullanılmaz oldu...
- Ama fotograf çekmeyi, sokakta fotograf çekmeyi sürdürüyorlar. Beceremeseler bile...

Hangi Kredi Kartına...
Fotograf Makinesi satan firmalar, ve onların yardımcıları, dergiler, “özel okullar“ sokak etkinlikleri düzenleyerek, o gün kullanılmak üzere onlarca makina ve ekipmanı ücretsiz sunarak, bu insanları özendiriyorlar. Kullanılan makinelerdeki sonuçlar görüldükden, ve fotograf konusunda türlü-çeşitli ahkamlar (genellikle teknik sorunlar) kesiliyor.  Sonra “hangi karta kaç taksit“ konuşmaları başlıyor...

Pratikte, yeteneği ve özellikle hiçbir vizyonu olmayan bir dizi insan, fotograf çekiyor, sosyal medyada paylaşıyorlar. Bu tavır “Sokak Fotoğrafçılığı“nı bir adım bile ileri götürmüyor. Aksine, bu işe gerçekten gönül veren insanlara, anlatacak bir öyküsü olan insanlara, çalışmalarında engel oluyorlar. Sokaklarda fotografı çekilmekten bıkan insanlar, hiç bir ayrım yapmadan, “Yeter! Çekme!“ diyebiliyorlar.
Bu nedenle nicel olarak çokça gözükse de, gerçekten “sokak fotografı“ üreten, ve “sokak fotografçısı“ tanımlamasını hakeden çok az insan var.
Fotografın başka uğraş dallarında, mesela moda fotografçılığında bu denli bir yoğunluk izleyemiyoruz. Nedenleri açık: İyi bir stüdyo, iyi ve pahalı bir ekipman, ve iyi yetişmiş personel gerekiyor...

         Peki, neden bu denli kötü fotograflar internette dolaşıyorlar? Program yazanlar, bunu önleyecek, kötü fotografları ayıklayacak, bir yazılım geliştiremezler mi?

         Biraz daha düşünmeye devam edelim. Bir kez bu insanlara “Amatör Sokak Fotografçısı“ ünvanını teslim edelim. Ve bunlar sokaklarda nasıl çalışıyorlar? Bu konu üzerindeki gözlemlerimizi ardarda yazalım.
Bu insanlar kitlesel biçimde sokaklara dökülüyorlar. (Genellikle, kitlesel biçimde “fotografa çıkıyorlar“), çekim tamamlandıktan, kebablar yendikten, çaylar-kahveler içildikten sonra evlere dönülüyor. Çekilen fotograflar, facebook, 500px, ve başka yerlerde paylaşılıyor. “Beğendim“ler (like) gelsin-gitsin artık. Bazen, beğenmeyenler ile tartışmalar yapılıyor. Beğenmeyen birinin fotografları beğenilmiyor... vesaire, vesaire... bu medyalara yerleştirilen fotografların, estetik değerleri tartışılmıyor. Ki zaten böyle bir değer görülemiyor.
En büyük nedeni, fotograf çekenlerin bir vizyonunun olmaması. Sadece gününü gün etmek, amaçları...

         Yanlış anlaşılmaları önlemek adına bir kaç cümle yazmak gerekiyor. “Vizyon“dan bahsettim. Yukarıda isimlerini yazdığım, ve yazmadığım sokak fotografçılarının bir vizyonu vardı. Belli bir estetik kullanarak, belgesel denilebilecek fotograflar ürettiler. İçinde bulundukları ekonomik, sosyal, politik değerlere göndermeler yaparak, daha insancıl bir dünya için tavır aldılar.

Sokak fotografının gelişmemesinin ya da istemediği, haketmediği bir yöne çekilmesinden sorumlu kimdir?
Fotograf konusunda önemli yayınların olmaması, bilinçli, bilgili eleştirmenlerin yetişmesine de engel oluyor. Yapılan eleştirilerde ise, önünde duran fotograftan çok fotografçısına kişisel göndermelerde bulunuluyor. Halbuki sağlıklı eleştiriler sayesinde bu konuda çalışan insanlara kendi yollarını bulmakta, yardımcı olanubilir; zorluk çekmezler. (***Bir anı)

Bir sohbette, “şimdiye dek çektiğim fotograflardan bir tanesi akıllarda kalırsa, kendimi mutlu hissederim“ demiştim. Ancak etrafıma bakınca, çektiği 100 fotografın 50’sini seçenlere rastlıyorum. Zaten, fotograf çekenin, kendi fotograflarını seçmesi maraz bir durumdur. Fotografını sevmeyen fotografçıya rastlanmaz. Haklıdır da. Ve fotografçının kendi yaptığı seçimler genellikle yanlış olur. Belki, seçmediklerinin arasında gerçekten “iyi bir fotograf“ vardır...

Bitirirken Alfred Steglitz’in 1899 yılında yaptığı bir değerledirmeye yer vermek istiyorum. Günümüze ne kadar uyuyor. Demek ki özünde  bu uğraş hep aynı durumla karşı karşıya kalmış...
Alıntı şöyle: “(...) Fotografa karşı gösterilen genel ilgi, üretiminin az uğraş ve az bilgi gerektiriyor olması; bu da milyonlarca fotografın üretilmesine neden oluyor. (...)“ (1)

         Fotografın sanat olup-olmadığı, fotografın keşfinden hemen sonra, hep şüphe ile karşılanmıştır. Özellikle, ulaşabildiğimiz İngiliz ve Amerikan kaynaklı yazılardan, o yıllar bu şüphe üzerine sıkça tartışılmıştır. Kaşiflerden biri olan Henry Fox Talbot kendi buluşu hakkında:
“... buluşum, yetenek ve deneyimin önüne geçen mekanik kabiliyeti ile sanatı zedeleyebilir.“ (2)

(1)   Alfred Steglitz, Bildmaesige Fotografie, Scribner’s Monthly 1899, Sayfa 528-537
(2)   (2) Henry Fox Talbot, “Calotype (Photogenic) Drawing“. Literary Gazette 1256, 1841, Sayfa 108.

(***Bir anı)

Bir etkinlikte portfolyo değerlendirilmesi için görevlendirilmiştim. “Fotograf Heveslisi“ orta yaşlarda bir bayan randevu listesine ismini yazdırmış, günü ve saati geldiğinde dosyasını göstermek üzere gelmişti. Kendisine fotograflarını göstermeden önce kim olduğunu, hangi meslekte çalıştığını, fotografa ne zaman ve neden başladığını sormuştum. Hepsine yanıt vermedi. Her yerde ve her zaman yaptığım gibi, kişi her ne iş yaparsa yapsın öncelikle kendinin ne olduğunu bilmesinin, o uğraşı neden yaptığını bilmesinin gerekliliğini anlattım. Daha sonra da fotograf anlayışım hakkında bir dizi söz söyledim. Anlayışım üzerinde durdum ve her fotograf çekenin de istesede istemesede bir duruşu olduğunu anllattım. Zaten her insanın bir duruşu var. Hatta “tarafsızım“ diyenlerin bile bir “taraf“ olduğunu izah ettim. Yaptığımız görüşmeden çok mutlu olduğunu, şimdiye dek kendisi ile böylesi bir “sohbet yapılmadığını, bir çok şeyin bilince çıktığını“ söyledi. Yaklaşık kırk dakika süren bu sohbetin ardından, bulunduğumuz odanın hemen önünde fotograf kitapları satılan bir standta “Yaşamın Aynası:Fotograf“ kitabımın da satıldığını gördüm. Olumlu düşüncelerle yanımdan ayrıldığını söyleyen bu kişiye, “sohbetimizde anlatamadıklarımı bu kitapta okuyabileceğini“ söyledim. Kitap satıcısına:
-        Bu kitap kaç lira?
-        10 TL
Ve söylediklerimden etkilendiğini/öğrendiğini söyleyen bu bayan kitabı almadan gitti.
Kitapçı:

- Halkımız okumuyor, Mehmet Abey!

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen

Göç Çocukları ’Almanya’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor.: Entegrasyon!’   ’Birinci Nesil’, ’İkinici Nesil’ ya da ’Üçüncü Nesil’ veya hâlen...